Deli olan anlatamazdı değil,
anlamadığınız için deliydi olan fakat kahramanımız(!) diyor ki: ''Buna karşın
deli değilim ve düş de görmedim.'' empatinin yalnızca ikili ilişkilerin
sürdürülebilmesini sağlayan bir yalanlar bütünü
olduğunu bildiğimden onu anlayamam ancak
inandığımı söyleyebilirim. Bir şey okursunuz, izlersiniz, dinlersiniz,
hissedersiniz bir şekilde herkesle özdeşleştiği şeklinden farklı bir
yönüyle benimsediğiniz bir özeliniz vardır. Zamanla yeni farkındalıklar
oluştururlar üzerinizde. Poe'nun “Kara Kedi”sinin verdiği hissiyatı buldum!
Her kapı farkındalığa açılır.
Sevme duygusunun farkına vardığımız an sonunda üzülmek veya sevinmek olmaksızın
peşinden gideriz, çok üzülüp çok sevinmişizdir bunları neden sevmek için feda
etmeyelim? Bir de sevilmeyen farkındalıklar vardır işte buna en çok bunalıma
girmeye müsait duygularımız sevinir. Üzülmek eski bir farkındalıktır fakat
bunun hayal kırıklığından yahut ihanetten olması yeni bir farkındalık olabilir
işte o zaman bundan daha yüce mutsuz edecek bir duygu daha yoktur. Dibe inmeye
müsait olduğumuz her vakit karşımıza çıkar ve bizi içten tüketir. İşte, Poe’nun
kahramanı içten içe tüketen yeni farkındalığı tiksinme olabilir. O kadar içten
ki kusursuzca işlenen bir suçun delillerini aramaya çalışmak kadar zor bunun
nedenlerini bulmak. Gotik edebiyatının ve korku, gerilim, polisiye türünün
önemli temsilcilerinden olan, kısa hikâyenin öncüsü sayılan Edgar Allan Poe’nun
‘’The Black Cat’’ (Kara Kedi) hikâyesini bu farkındalıklar ışığında
inceleyeceğiz.
Hikâye, kahraman bakış
açısıyla anlatılmaktadır. Anlatıcı bizzat başından geçen olaya "Yazacağım bu
son derece tuhaf, ama bir o kadar da sade öyküye inanmanızı ne bekliyor, ne de
istiyorum." diye giriş yaparken, düşlerin tek gerçeklik olduğuna inanan
okuyucuyu, kendi çelişkileriyle yüzleştirmek ister. Sonunda söyleyeceğimi
baştan belirtmem gerekir ki Poe’nun hikâyeleri sonuyla çarpıcı bir iz
bırakırken, giriş cümlesini de bu çarpıcı sona hazırlık mahiyetinde, hatırı
sayılır bir üslupla yapar.
Hikâyedeki kahraman; çocukluğundan beri iyi kalpli, merhametli ve son derece hayvansever olarak
anlatılır. Genç yaşta kendisi gibi "hayvansever" bir kadınla evlenir. Pek
çok hayvanla dolu olan bu evde, kahramanın gözdesi ve yanından ayırmadığı
hayvanı "Pluto" isimli kara kedisidir. Kahraman bu şekilde bir
hayat sürerken bir süre sonra alkolik olur ve mizacı değişir. Sarhoş geldiği
bir gün Pluto’nun tek gözünü çakıyla oyup, kör eder. Yine bir sabah kedinin
boynuna ilmek geçirir ve onu asar. Olayın akşamında evlerinde yangın çıkar.
Meyhanede olduğu bir akşam Pluto’ya benzer bir kara kedi bulur ve
onu eve götürür. Onun da tek gözünün kör olduğunu fark ettiğinde ise içini bir
nefret kaplar, onu da öldürmeyi kafasına koyar. Kediyi öldürmek için harekete
geçtiğinde karısı ona engel olur. Sinirden deliye dönen kahraman elindeki
baltayla karısını öldürür. Karısını, evindeki mahzenin duvarına gömer ve
üzerini tuğlalarla sıvar. Kedi ise ortadan kaybolur. Polisler arama yapmak için
eve gelirler, tam çıkacaklarken kahraman kendini ispat edercesine elindeki
bastonuyla duvara vurur ve şöyle söyler: ‘’Duvar, kalıp hâlinde yıkıldı. Epeyce
çürümüş ve yer yer pıhtılaşmış ceset, dimdik duruyordu gözlerimizin önünde.
Başının üstünde, kıpkırmızı ağzı ve ateş gibi yanan tek gözüyle beni kurnazca
bu cinayete götüren, şimdi de çığlığıyla ele verip cellada teslim eden uğursuz
hayvan vardı. Duvarı cesetle birlikte o canavarın üstüne örmüşüm.’’
Poe, eserlerini
alışılagelmemiş olaylar ve tekinsiz kahramanlarla kursa
da psikolojinin alt yapısını oluşturan birçok kavramı, mitolojik
anlatıları ve tarihin denizinde yıkanan olayları eserlerinin üzerine
serpiştirir. Hikâyeleri, ilk okuyuşta karmaşık ve zor gelebilir fakat hiçbir
şeyi nedensiz bir şekilde kurguya dâhil etmez; hikâyenin bileşenlerini tek bir
etkiye hizmet edecek şekilde oluşturur. Bir romanın satırlarca yaptığı karakter
analizlerini, birkaç kilit kelime ve motifle ifade ederek okuyucunun hayal
gücüne bırakır.
Edgar Allan Poe, günümüz
modern hikâyelerinde terk edilen "vurucu son" anlayışının aksine kısa
hikâyede tek etki kuramının meydana getirilmesi için çarpıcı bir son
olması gerektiğini düşünür. “Adına yaraşır her olay örgüsünün özenle
“dénoument”ına (sonucuna) götürülmesi gerektiğinden daha açık bir şey
olamaz.’’ Kara kedi, bunun en güzel örneklerinden
biridir. “Bu olayların sonuçları beni dehşete düşürdü, inim inim
inletti, en sonunda da mahvetti.’’ hikâyenin başından itibaren kendi adına
çizdiği portreye aykırı eylemler gerçekleştiren kahramanın giderek yükselen
şiddet eğilimleri beklenmedik sonuçlar yaratır.
“Batıl inançlarla epey haşır
neşir olan karım, kedinin zekâsından bahsederken, o eski yaygın kanıyı sık sık
tekrarlar, kara kedilerin aslında kılık değiştirmiş cadılar olduğunu
söylerdi.’’
Hikâyede, kedinin kara olması
rastlantısal bir durum değildir. Karısının bu tepkisi, başta önemsiz gibi
görünse de ilerde alkolik olan kocasının kedinin uğursuzluğuyla ilgili
paranoyalarına altyapı oluşturmaktadır.
"Pluto -kedinin adı
buydu- en sevdiğim hayvanım ve oyun arkadaşımdı. Onu sadece ben beslerdim ve
evde nereye gitsem peşimden gelirdi."
Pluto, mitolojide Yeraltı
Tanrısı demektir. Genellikle bilinçaltına yıllarca bastırılmış duygularımızın
salıverilmesi sonucu bir çalkantı yaşarız ve Pluto tarafından uyandırılan
duygular genellikle uzun süredir içten içe kaynayan öfke ve şiddet içerirler.
Bu dönüşüm dönemleri ölüm, acı ve keder gibi durumlarla sonuçlanır. Yazarın
mitoloji üzerinden yaptığı bu gönderme, kahramanın, kedinin
gözünü kör etmesi ve kediyi asması gittikçe güdülerine teslim olduğunun ilk
belirtileridir. Pluto’yu öldürdüğü gece evinin yanması ise ruhunda tezahür
edecek felaketlerin başlangıcı, vicdanının sembolüdür.
"Neredeyse Pluto kadar iriydi
ve tıpatıp aynısıydı, tek bir nokta dışında: Pluto baştan aşağı kapkaraydı;
oysa bu kedinin göğsü büyük, soluk bir leke tamamen kaplıyordu."
Pluto’nun kahramanın vicdanını
temsil ettiğini ve yeni bulduğu kedinin göğsündeki beyaz lekenin onun kurtuluşu
için bir sembol olduğu düşünülebilir.
Tüm eserler, yazarın dönemi,
yaşam koşulları, yaratıcının iç dünyası ve duygusal değişimleriyle bir bütün
olarak incelenmelidir. Poe’nun faraziliği de gelişigüzel değildir.
Hikayelerini, düşlerin tek gerçeklik olduğuna inanan insanlara adaması da,
okurun inanç duygusunu uyandıran bir dikkattir.
40 yıllık kısa yaşantısındaki
acılar, sıkıntılar, değişimler onun eserlerine yansımıştır. Poe’nun "Baba" figürüyle sorunu vardır. Küçük yaştayken, babası evi terk etmiş, annesi
ölmüştür. Evlatlık olarak gittiği ailede de babasıyla anlaşamamıştır. Yaşadığı
zorlu hayatı babasının onları terk edişiyle ilişkilendirmiştir. Bu çatışma
burada da görülür. Başlangıçta normal ve oldukça sevecen olan kahraman, yazarın
hayalî bir iyimser portresidir. Pluto, ismi ve rengi itibariyle yazarın
babasıyla olan ilişkisinin belirsizliği ve karanlıklığıdır. Olanla olması
gerekenin çatışması burada başlar. Hakikat bu belirsizliği kaldıramaz,
kahramanın yarattığı kötülük, yazarın sürüklendiği hayatın gerçek yüzüdür.
İkinci kedideki beyaz leke baba figürüyle bir uzlaşıya varışın, pişmanlığın ve
umudun temsilidir. Poe’nun evlatlık verildiği ailedeki umudu gibi. Fakat bu
umut ışığı uzun süre yanmaz, kahramanın içindeki karanlık onu tamamen söndürür.
“Hayatında hiç kötü ya da
aptalca bir eylemi, sırf onu yapmaması gerektiğini bildiği için yapmamış bir
insan var mıdır? Kanunları, sırf kanun oldukları için, sağduyunun sesine kulak
asmadan çiğneme eğilimi hepimizde yok mu? Dediğim gibi, bu zıtlık ruhu bana son
darbeyi indirdi. Hiçbir kabahati olmayan o hayvana karşı şiddetin dozunu
giderek arttırmama sebep olan şey işte insan ruhunun bu kendi kendisine zarar
verme, hataları sırf hata olduğu için yapma özelliğiydi. Bir sabah, kedinin
boynuna bir ip geçirip, onu bir ağacın dalına astım. Bunu yaparken gözlerimden
yaşlar boşalıyordu ve kalbim dağlanıyordu. Ölümsüz ruhumu tehlikeye sokacak bir
günah işlediğimi biliyordum.’’
İnsanların en içsel ve doğal
hâllerinden birini yani kötülük duygusunu kabullenmesi gerektiğini dile getiren
yazar bunu zıtlık duygusuyla ilgili kaleme aldığı ‘’Zıtlık Şeytanı’’
hikâyesinde açıklar. "Herhangi bir eylemin yanlış ya da hatalı
olduğundan eminsek bunu bilmek çoğunlukla bizi o eylemi yapmaya zorlar."
"Güdüsüz bir eylem, sebepsiz
bir güdüdür." Bu sebepsiz güdüyü bir nevi içimizdeki şeytana bağlar. Yani
inkar ettiğimiz ilkel ve karanlık tarafımızın ummadığımız anlarda bizi
bulabileceğini anlatır.
Mantığın devre dışı kaldığı
noktada, kendini bilinçsiz düşüncelerin akışına bırakan bu karaktere, yazarın "Gammaz Yürek" hikâyesinde de rastlarız. Sevdiği ve saygı duyduğu bir
ihtiyarı, sırf tek gözü akbaba gözüne benziyor ve onu rahatsız ediyor diye
öldürmek ister. “Canımı sıkan ihtiyar değil, kahrolası kem gözüydü.’’ Bu defa
zıtlık kavramını ihtiyarın gözüyle ilişkilendirdi, Kara Kedi, ihtiyarın gözü
olarak karşımıza çıktı.
Psikanalitik görüşe göre
suçluluk, benlik ile üst benlik gelişimindeki yetersizlikler nedeniyle suç
dürtülerinin, yani alt benliğin (cinsellik,saldırganlık) denetim altına
alınmamasından doğar. Suçluluk duygusu, toplum tarafından onaylanmayan bir
edimin gerçekleştirilmesi durumunda ortaya çıkabileceği gibi onaylanmayan
edimin düşünü kurmak durumunda da ortaya çıkabilir. Suç ve Ceza’nın
Raskolnikov’unda da bu ruh hâllerinin paralelliklerine rastlarız.
Alyona İvanova'nın evine gider. “Bu kadınla ilgili henüz bir şey bilmemekle
birlikte, onu ilk görüşte içinde karşı konulmaz bir iğrenme duygusu uyanır.”
Raskolnikov bu andan itibaren yeni bir farkındalığı kafasına koymuştur.
İhtiyarı ve kara kediyi öldürme planları yapan -isimsiz- kahramanlarımız aynı
duygunun esiridir.
Bu iki eser, olay, yapı, kurgu
ve daha birçok yönden farklı olmakla birlikte onları kesiştiren nokta, ana
karakterin suç ve vicdan muhasebelerinin benzerliği ve suça eğilimin
arka planındaki dürtülerdir. Raskolnikov’ da kurbanını balta ile öldürür ve
kendini çok kere tahlil eder:
“Ahlaki, vicdani herhangi bir
nedene dayanmaksızın, yalnızca kendim için öldürmek istedim. Bu konuda kendime
bile yalan söylemek istemedim! Anneme yardım etmek için öldürmedim örneğin.
Maddi olanaklara ve iktidara kavuşmak ve böylece insanlığa yardım etmek için de
öldürmedim. Bütün bunlar palavra! Ben öylece öldürdüm; kendim için, yalnızca
kendim için yaptım bunu! İnsanlığa iyilik eden biri olmak ya da bir örümcek
gibi ağıma düşen kurbanlarımın özsularını emerek ömür sürmek, o anda benim için
herhâlde farklı şeyler değildi.’’
Dikkat çekmek istediğim nokta,
kahramanların oldukça iyi ve normal karakterde olmalarına karşın, bir anda
değişen, cinayet işleyen, karanlık yönlerini keşfeden insanlar hâline
gelmeleri. Bu durum, suç eğilimini her insana indirgeyebilecek hüviyettedir.
"Cezası çekilmeyen suç insanı
rahat bırakmaz." Vicdanının sesi sanrılara dönüşür. Hikâyenin sonunda eve gelen
polislere garip davranır, kurbanları gömdüğü duvarın
arkasından kedi sesleri duyar, kendini ispatlamak için duvara
bastonuyla vurur ve kendini ele verir. Bu vicdan, Gammaz Yürek hikâyesinde
döşemenin altına gömülen ihtiyarın kalp sesleridir. Bu seslere dayanamaz ve eve
gelen polislere durumu itiraf eder. Suç ve Ceza’da, yakalanmayı ve rahatlamayı;
arınmayı isteyen genç adam, öldürdüğü tefeci kadının evine gelir, komiserle
tanışır ve soruşturmanın baş şüphelisi olur.
Poe’nun yarattığı karakterlerin kötülüğün ve delilik hâliyle karşılaşması, Kafka’nın kahramanı Gregor Samsa’nın bir sabah böcek olarak uyanıp da bunu olağan karşılaması tarzında bir doğallıktadır. Kadere karşı yapılan bir ayaklanışın vicdan tarafından bastırılması, yine aynı kaderi kullanarak olaylarının sonuçlarının kabullenilmesi.
"Hiç ümidinin kalmaması özgürlük demekti." İyileşme ihtimaline güvenmek yahut bir şeylere bağlanıp daha iyi hâle geleceğini ümit etmek yerine yok etmeyi seçti. Ümitsizlik eski bir farkındalıkken bunun yok olmasıyla duyacağı kurtuluş hissi yeni bir farkındalıktı artık. Peki, içinden geldiği gibi davranmak onu özgür mü bıraktı, yoksa daha mı tutsak etti korkularına? İşte en çok da bu ikilemlerden kurtulmak için öldürmek istedi; içinden gelen, geçen her şeyi.
CONVERSATION