Adsız Serüven / Soner Üçkuşoğlu







Sokak lambası titriyordu. Evimde oturmuş, sessizliği dinliyordum. Çıldırtacak derecede kötüydü. Ara sıra sokaktan geçen birisinin ayak seslerini ya da konuşmasını fısıltı halinde duyabiliyordum ve bu delirmemi engelleyen tek şeydi. Çünkü yalnız olmadığımı biliyordum. Aslında yalnız değilim diye kendimi kandırabiliyordum demek daha doğru olur. Herkes dışarıda olmasına karşın ben evde tek başımaydım ve öyle olmadığıma inanmaya çalışıyordum.
Telefon çaldı. Arayan ilk tanıdığım ve âşık olduğum kadındı. Sesi hüzünlü geliyordu her zamanki gibi. Hâl hatır muhabbetinden sonra kapattık. Konuşacak bir şey kalmamıştı yıllar içinde. Ben artık onun oğlu değildim, dışarıdaki kadınların yarısının sevgilisi ve kendimin müstakbel katiliydim.
Yağmurun sesi gelmeye başladı. Yatağımda yatan kadından bahsetmiyorum. Emin değilim zaten isminin Yağmur olduğundan. Pantolonunun içine jartiyer giyen kaç kadın vardır ki ismi Yağmur olan? Hırlıyordu uyurken. Bazen de sayıklıyor ve beni uyutmuyordu. Uyanıkken benim adımı sayıklıyordu, şimdiyse tanımadığım ve hiç de kıskanmadığım birinin adını. Şayet kıskansam mutfağa gider en güzel bıçaklarımdan birini seçer ve meme uçlarını keserdim. Ancak bir kadını ilk gecede kıskanmak her zaman mümkün olmuyor. Kıskandığınız kadınsa tek geceyle bitmiyor, hep devam ediyor.
Sokağa çıktım. Yağmur hızlanırken sokak da tamamen karanlığa bürünmüştü. İçim gibi. Kendi evimde olmak iyi değildi. Gidecek başka yerim de kalmamıştı. Birkaç sokak gezecek ve yine kendi çöplüğüme dönecektim. Çöpçülerin bile uğramayı unuttuğu sokak boyunca yürüdüm, ilk sağdan saptım sonra da ilk soldan. Amacım bir an önce kaybolmaktı ancak hafızam izin vermiyordu. Çevredeki her sokağı ezberlememe yetecek kadar kadın getirmiştim bu eve. Ancak hiçbiri evimin yerini ezberleyecek kadar sık gelmemişti.
Bir çöpçü ya da polis görene kadar ilerledim. Nihayetinde gördüğüm sadece bir büfe oldu. İç cebimdeki, biten sigara paketimin yerine yenisini koyarken, vermeyi unuttuğum parasını bekliyordu büfeci. Belki bir eli tezgâhın altındaki sopasındaydı belki de başka bir yerde. Bir deli ya da psikopat olma ihtimalime karşın hazırladığı her neyse artık... Parayı uzattığımda rahatlar gibi oldu. Uzattığım 100 lirayı bozamayacağını söyledi. Sabah uğrar bırakırım dediysem de kabul etmedi. Sabah uğrayıp para üstünü alacağımı söyleyerek oradan ayrıldım. Açıkçası hatırlayıp hatırlamaması umurumda değildi. Neden olmadı, bilmiyorum. Belki de sabaha kadar intihar etmiş olurum diye düşündüm ve önemsemedim. Zaten gelip alamayacaktım.
Birkaç sokak daha uzaklaştım sanırken eve çıkan sokağın önünde buldum kendimi. Sokak lambası kusursuz bir şekilde aydınlatıyordu geceyi. Sokağın bozuk yolundaki küçük su birikintilerini ve üzerlerine düşen her damlayı büyük bir daire ile karşılamalarını görebiliyordum. Birkaçının kenarından geçip evime girerek yatak odama ilerledim.
Uyanmış, üzerini giyme gereği duymadan sigara içmeye başlamıştı yatağımda. Başka bir kadın, sigara içiyor ve külünü yatağın her yerine döküyordu. Yatağın üzerine çıktım.
Bittiğinde ikimiz de son sigaramızı içiyorduk. Bir farkla; o, bu evdeki ve yataktaki son sigarasını içiyordu. Önce onu kovdum, sonra kovduğuma pişman eden bir duyguya kapıldım. Bir bedene ihtiyacım vardı. Çok geride bıraktığım bir kadını birkaç saatliğine unutturacak bir et parçasına. Et parçası biraz hakaretvari olabilir. Ama diğer kadınların alınmaması gereken bir nokta var ki unutmaya çalıştığım kadının kendisi. Muhtemelen tanıdığım en güzel kadındı. Ya da ben öyle sanıyordum. Sigaram henüz bitmemişti ve derin bir uykunun eşiğinde hissediyordum kendimi. Ellerimi karnımda birleştirip gözlerimi kapattım ve biraz sonra kalkar sigarayı söndürürüm diye içimden geçirdim.
Gözlerimi açtığımda odam olamayacak kadar beyaz bir odanın içinde, yatağım olamayacak kadar temiz bir yatağın üstündeydim. Etrafta kadınlar vardı, beyaz giyinmiş kadınlar. Böyle bir durumda iki ihtimal vardır; ya cennete gitmişsinizdir ya da bir hastane odasında uyanmışsınızdır. Maalesef ilki olduğunu düşünmeyecek kadar gerçekçiydim. "Ne oldu bana?" diyebildim güç bela. Boğazım, sanki yıllardır su içmemiş bir bedevininki kadar kuruydu. Birkaçı hemen yanıma geldi. Önce ağzımdaki boruyu çıkarttılar sonrasında ise hastanede olduğumu, evimde yangın çıktığını ve şans eseri kurtulduğumu anlattılar. Bir de, artık ellerimi kullanamayacağımdan ve bedenimin yüzde sekseninin yanmış olduğundan bahsettiler. Tabii ki inanmadım. Hiçbir şey hissetmiyordum, sanki hiçbir fark yoktu. Sokağa çıkmadan önce olduğu gibi,.. Ancak verdikleri ağrı kesici ve uyuşturucuların etkisi geçtikçe içi boş bedenimin duvarlarındaki ateşi hissetmeye başladım. Biri beni öldürmeliydi, ben yapamıyordum.

Popüler Yayınlar